havaların bu kadar değişken bir seyir izlemesi,bunyede de haliyle farkediliyor...stabilitesini yakalayamamış olan zat-ı alimiz, bugun yine fazlasıyla sol tarafından kalkarak midesine ve psikolojisine ters koşeden çalıştı yine..en sevdiğim iç organım olan midem başkaldırı bayrağını çekerek beni talcid e mahkum etti;hatta o da yetmedi lansparol adama donuşturdu beni...zaten yediklerimin tadını uzun zamandır farketme konusunda guçluk yaşıyorum,artık yemekler de bana sırt çevirdi(nasıl olduysa artık o)
dial my number any time,if you want somebody to lie....
haftanın şarkısını ticktock seçtim ben bu arada,portecho ya sevgiler..
donmeye devam etmeye niye ve nasıl bu kadar istekli olduğunu anlayamadığım bu bok çukurunda bi gunu daha tuketmiş bulunuyorum;sigara ve içen ilişkisi yaşıyorum sanırsam şu canına yandığım hayatında...o beni tuketiyo,ben de havaya karışıyorum kendi çapımda....substance d ye de gerek yok aslında beynini tuketmek için;asla analaşılamayan bir insanı anlamaya çalışmak yeter...insan insanın kurdudur derler ya;benim için başka birine gerek yok,kendim ziyadesiyle yetiyorum kendimi tuketmeye...
zaman ilerlerken bir de portishead e bi saygı gosterisinde bulunalım;give me a reason to love you....
sanırsam bu gecelik saçmalama bu kadar.....artık sabah olmuyor galiba;herşey sisin içinde takılmakta......saygılar.....kalan bir kaç parçamla tutunmaya çalışıyorum sanırsam hala ama bu konuyu da pek becerebildiğim soylenemez....
kendime not:kararmış bunyeye sour times hiç iyi gelmemekte;bir de evril biraz....
Thursday, April 26, 2007
Wednesday, April 25, 2007
neden bu kadar çok uyuduğumun nedenini buldum sanırım:kaçış noktası... bugun guzel başlayan 24 saatim,calculus arşivini çozebildiğimi gordüğümde daha bir ballanmıştı ama şimdi her şey çok boş sanki yaa...birden tüm enerjim alındı sanki;ben de 0'a yakın bir noktada duruyorum....karar veremediğim tek şey 0'ın altında mıyım;yoksa ustunde mi...bir ona karar verebilsem keşke...
bir de karar verdim insanları artık anlamaya çalışmayacağım;kendimi de irdelersem herkesten ayrı;ruhumun kokuşmuşluğu ortaya çıkacak;korkuyorum...
umarım yarın hiç olmaz;bugün hanesine de birden sıfırın yazıldığı gibi;bugunun harcandığı gibi olması yerine hiç olmasın daha iyi....arılar da yok olmuş zaten;az kaldı sanki...ben iyisi mi zehirlemeye devam edeyim kendimi....
bir de karar verdim insanları artık anlamaya çalışmayacağım;kendimi de irdelersem herkesten ayrı;ruhumun kokuşmuşluğu ortaya çıkacak;korkuyorum...
umarım yarın hiç olmaz;bugün hanesine de birden sıfırın yazıldığı gibi;bugunun harcandığı gibi olması yerine hiç olmasın daha iyi....arılar da yok olmuş zaten;az kaldı sanki...ben iyisi mi zehirlemeye devam edeyim kendimi....
Wednesday, April 18, 2007

yine sabah oldu;bu sefer gerçekten sabah oldu hem de;saat 5'i biraz geçiyor...uzun zamandır birşey yazmak isteğinde bulunduğu halde kelimeleri kullanamayan ben, bugun birşeyler yazayım dedim artık...oncelik tabii ki de sayın jay jay'de..kendisi hafta sonu istanbul'da her zamanki tatlı konserlerinden birini verdi...aslında çok daha guzel olabilirdi ama hem ortamın kalabalıklığı(ah balans ah,yaktın bizi) hem de izleyicilerin lakayıtlığı yuzunden ortalamanın biraz ustunde kaldı ne yazık ki...sonra bir de hayatımın iki haftasını hakimiyeti altına almış film festivali vardı tabi...gerçekten olmak istediğim yer orası mı bilmiyorum ama benim psikolojim üstüne oldukça olumlu etkiler yapan bir aktivite oldu kendisi...sinema salonlar,biletler,yer göstericiler ve o sihirli dev perde,2 hafta da olsa bir nebze başka bir insan olmamı sağladı...onun dışında pek de birşey değişmedi;ama artık alışmaya başladım sanırsam,ya da fakir avuntusu işte...merak etme,birazdan herşey biticek,sakin ol...ne ardarda gösterilen fotoğraf kareleri kalacak geriye,ne de o istekle ama biraz da üzüntüyle dinlediğin şarkılar...sonrası tamamen sessiz,ve boş...ama sonra yine şekillenmeye başlayacak herşey;bu insan dediğimiz garip bir türün ortak özelliği galiba;en sevdiğimiz yıkıp baştan yapmak sanki...her seferinde de daha tukenmiş olarak başlamak...ama yine de bazı şeyler hiç değişmiyor....

Monday, April 9, 2007
neye inanmak gerek acaba? nasıl davranmak gerek aklınla mantığın farklıyken,hele de zıtken birbirlerine? carpediem mi yapmalı bilemedim şahsen.... fazla kafeinden dolayı açık olan gözlerimi kapatıp rüzgarı mı takip etmeli? ama başka bi çöküşe katlanabileceimi zannetmiyorum bu konuda.... korkuyorum sanırım bir de azıcık; ama korkmak neye yarar ki?? hele yaşamak varken korkmayı tercih etmek nasıl bir seçimdir; onu hiç bilemiyorum işte...
en iyisi hafif akışa uyup her an da gidebileceiğini hissettirmek kendine..de bir de inandırabilsem kendimi....
en iyisi hafif akışa uyup her an da gidebileceiğini hissettirmek kendine..de bir de inandırabilsem kendimi....
Sunday, April 1, 2007
beyin serpintileri
ha bu arada,bir de kitap okuyorum utanmadan psikoloji kitabının önünde...adı niteliksiz adam,robert musil eseri kendisi;yky yayınlarından çıkmış,ahmet cemal çevirmiş..... kitabın bir de önsözü var ernst fischer imzalı ki kendisi benim okuduğum basımda 79 sayfa tutmakta ve üstünde oturulup düşünüldüğü belli birtakım beyin ürünleri içermekte....hemen dikkatimizi bu hoş kelimeler topluluğuna çevirmekteyiz ve bakın;bir kaç tanesi burda bile(bu cumle sizce de trt de resim yapan bonus amcanın işte burada bir tane küçük çalı yaşamakta,hadi buna arkadaş birkaç çalı daha yapalım cümlesi gibi olmadı mı?)
"kapitalist burjuva dünyasında,erkeklerin iktidar olduğu iş ilişkileriyle,sömürüyle ve rekabetle dolu dünyasında herşeyi pazara götüren bu dunyada aşktan salt mantığa kadar bütün ilişkiler arz ve talebin,teminatların ve faizlerin dilinde anlatılabilir."
şimdi,oldukça mantıklı yerler değinmiş olmasına karşın ben bir keç yere takıldım;kapitalizmden önce insanların "aşk ilişkilerinin" böyle olmadığına nasıl karar verebiliriz ki;tamam,tüketim toplumu aşkı da tüketmekte artık,ya da aşk kisvesi altında üretilen bir common sense i pazarlayıp onun üstünden çok da rahat para kazanmakta(bknz. sevililer günü), lakin buna illa da amanınn vahşi kapitaliz herşeyin suçlusudur,hemen şeyedelim mantığıyla yaklaşmak ne derece doğrudur? buna karşın ernst fischer iyi bir bakış açısı yakalamış ve doğru kelimeler kullanmış o ayrı...
takıldığım öbür nokta da şu: ilk önce bir erkek egemenliği yerleşmiş olabilir iş yaşantımıza lakin dikkatinizi çekerim,kadınların getirdiği rekabet ve "sömürü",erkeklerin getirdiklerinden çok daha soğuk ve hırçındır;bilirsiniz ki şu kadın milleti(evet biz) kafasına koyduğunu gerçekleştirmek için hiç birşeyden kaçınmaz,gocunmaz;kısaca tehlikelidir..o yuzden hani şu çoook romantik gözüken hatunlar,aslında aşkın bir tüketim aracına dönüşmesinde başrol oynamış olabilirler...etrafa bakın,reklamlara,kadınlar sevgilisinin kendisini "şu kadarcık" sevmeleri için zorlamaktalar, her an ilgi görmek amacıyla da binbir olay yaratmaktalar(nedense bu daha tanıdık geldi..). şimdi soruyorum (konu nereden nereye geldi gerçi ama) erkekler mi daha kapitalisttir(yukarıdaki alıntıdan hareketle),yoksa kadınlar mı?
aşkın teminatı nedir peki? seni seviyorum demek ne kadar guvenilir bir teminattır, ya da verilen/alınan hediyeler aşkınıza faiz getirir mi,veyahut aşkınızın opportunity cost unu nasıl hesaplayabilirsiniz?? ha,aşk kesinlikle bir arz talep meselesidir o ayrı; gerçi bunu insanlar ahh işte abdullah hayatımın aşkı ya da işte şefika da aradığım herşey var diyerek daha "romantik" bir şekle sokmaktalar ama gerçekleşen tek şey,taleplerine arz sağlayan birini bulmaları;bu yüzden de sonsuz aşkın varlığı sadece filmlerde ve kitaplarda; çünkü insanın talepleri sürekli değişmekte,daha uygun bir seçenek bulmuşken neden eskisine katlanasın ki??
çuvaldız da bana olsun o zaman; mantığımla konuşunca yukarıdaki cümleleri döken ruhum,bir tarafatan hala şu aşk mıdır nedir o garip şeye takmış durumda;tam olarak aşk olmasa da arz talep eğrisi olarak görmeyi reddediyor bazı şeyleri;insan olduğumdan mıdır nedir artık...
"kapitalist burjuva dünyasında,erkeklerin iktidar olduğu iş ilişkileriyle,sömürüyle ve rekabetle dolu dünyasında herşeyi pazara götüren bu dunyada aşktan salt mantığa kadar bütün ilişkiler arz ve talebin,teminatların ve faizlerin dilinde anlatılabilir."
şimdi,oldukça mantıklı yerler değinmiş olmasına karşın ben bir keç yere takıldım;kapitalizmden önce insanların "aşk ilişkilerinin" böyle olmadığına nasıl karar verebiliriz ki;tamam,tüketim toplumu aşkı da tüketmekte artık,ya da aşk kisvesi altında üretilen bir common sense i pazarlayıp onun üstünden çok da rahat para kazanmakta(bknz. sevililer günü), lakin buna illa da amanınn vahşi kapitaliz herşeyin suçlusudur,hemen şeyedelim mantığıyla yaklaşmak ne derece doğrudur? buna karşın ernst fischer iyi bir bakış açısı yakalamış ve doğru kelimeler kullanmış o ayrı...
takıldığım öbür nokta da şu: ilk önce bir erkek egemenliği yerleşmiş olabilir iş yaşantımıza lakin dikkatinizi çekerim,kadınların getirdiği rekabet ve "sömürü",erkeklerin getirdiklerinden çok daha soğuk ve hırçındır;bilirsiniz ki şu kadın milleti(evet biz) kafasına koyduğunu gerçekleştirmek için hiç birşeyden kaçınmaz,gocunmaz;kısaca tehlikelidir..o yuzden hani şu çoook romantik gözüken hatunlar,aslında aşkın bir tüketim aracına dönüşmesinde başrol oynamış olabilirler...etrafa bakın,reklamlara,kadınlar sevgilisinin kendisini "şu kadarcık" sevmeleri için zorlamaktalar, her an ilgi görmek amacıyla da binbir olay yaratmaktalar(nedense bu daha tanıdık geldi..). şimdi soruyorum (konu nereden nereye geldi gerçi ama) erkekler mi daha kapitalisttir(yukarıdaki alıntıdan hareketle),yoksa kadınlar mı?
aşkın teminatı nedir peki? seni seviyorum demek ne kadar guvenilir bir teminattır, ya da verilen/alınan hediyeler aşkınıza faiz getirir mi,veyahut aşkınızın opportunity cost unu nasıl hesaplayabilirsiniz?? ha,aşk kesinlikle bir arz talep meselesidir o ayrı; gerçi bunu insanlar ahh işte abdullah hayatımın aşkı ya da işte şefika da aradığım herşey var diyerek daha "romantik" bir şekle sokmaktalar ama gerçekleşen tek şey,taleplerine arz sağlayan birini bulmaları;bu yüzden de sonsuz aşkın varlığı sadece filmlerde ve kitaplarda; çünkü insanın talepleri sürekli değişmekte,daha uygun bir seçenek bulmuşken neden eskisine katlanasın ki??
çuvaldız da bana olsun o zaman; mantığımla konuşunca yukarıdaki cümleleri döken ruhum,bir tarafatan hala şu aşk mıdır nedir o garip şeye takmış durumda;tam olarak aşk olmasa da arz talep eğrisi olarak görmeyi reddediyor bazı şeyleri;insan olduğumdan mıdır nedir artık...

uzun zamandır kafamı meşgul eden acaba büyüyünce ne olacağım sorusuna karşılık asıl yapması gereken psikoloji çalışmak olan ben,kimilerine göre gerkesiz ya da zaman öldürmek aracı,kimilerine göre de önünde saygıyla eğilenecek bir aktivite olan film izleme durumuna kitledim kendimi yeniden...anımızın başka bir anımıza uygun düşmediği, sabahlara kadar önümüzde kitaplarımız bir şeyleri öğrenmek/ ezberlemek amacıyla oturduğumuz şu günlerimizde oldukça yararlı bir aktivite kanımca kendisi ki hayattan belki de bir kaç saat kurtulmak amacıyla seçilmiş iyi bir seçenek....ben de bu duruma uygun düşmesi niteliğinde saygıdeğer yönetmen bertoluccinin çalınmış güzellik ismini taşıyan filmine ayırdım hayatımın bir kısmını...zaten jeremy irons'a dayanamayan bünyem,liv tylerin muhteşem güzelliği ve tabii ki de bertoluccinin muhteşem çalışmasıyla(öhöm,önemli bi insanım ben,eleştirimi de yaparım gerektiğinde konuşması yapmak ne kadar doğru o ayrı gerçi) nirvanaya ulaştı(hmm,yediğim kurabiye güzelinin etkisi burada yadsınamaz sanırsam..)bilmiyorum,ben mi çok abartıyorum acaba ama gerçekten güzel birşey değil midir film izlemek? filmi oyuncularla beraber yaşamak(yerine göre onlardan daha çok filme katılmak),kimi sahnelerde heyecenlanmak(anlamak istemeyenler oda arkadaşım bilgisayar meendisi arkadaşıma sorabilir),film bittiğinde monitore bir kaç dakika yuzunde aptal bir tebessümle bakakalmak çok mu saçma,ya da çok mu gereksiz? neyse;almanız gereken kıssadan hisse şudur ki bu filmi bulun,izleyin,izletin...filmin sonunda da buluşup italyaya gitme planları kuralım beraber...
Subscribe to:
Posts (Atom)