Thursday, May 31, 2007

Jules et Jim

sabah sabah yine balkon emeklisi olmuş bir insan olarak dedim ki truffaut a saygı duruşu niteliğinde jules et jim izleyeyim....sonra internette dolanırken bu video gozume çarptı bi de....çılgınca jules et jim e gondermelerde bulunan klibimizi de ( ki gondermeleri anlayınca bi sorun kalmıyo di mi ;)) ) paylaşayım dedim, zaten dinleyeme başlayınca aa evet ben bu şarkıyı biliyorum, çok tatlı bir şarkıdır kendisi diye takılan bunyemiz, truffaut gondermelerini de gorunce dayanamadı, bloguna koymaya karar verdi... bence çok tatlı olmuş, louvre (boyle yazıldığını ümit ediyorum, yanlışsa hani şu kocamaaan muzeden bahsediyorum) 'da koşamadık belki ama belki istanbul modern'in bahçesinde koşarız boyle, ya da yine taksim metrosu bizi bekler :) bi de direk aklıma the dreamers geldi ki oy oy oyyy, bertolucci yi buradan saygıyla selamlarım (ona da saygı duruşu niteliğinde little budha mı izlesem acaba, bilemedim;finallere de benim yerime aylin hanım girer artık:P

diyeceğim odur ki bugun guzel olarak başladı, umarım geriye kalan dakikalarımız da guzel olur....

p.s.: hani bir de şoyle birşey var ortada: aslında bi hatuna aşık iki kafadarın hikayesi anlatılırken , hiç mi hiç insanın gozune sokulmadan anlatılan bu ilişkiyi normalde bizim yerli dizilerimizdeki anlatılma tarzının boğuculuğunu hiç hissetmiyorsun filmde, aa evet catherine bu yaa, herşeyi yapar diye bi sempati bile besliyorsun içinde...

kendime bi tane fotr şapka mı alsam acaba, çok guzeldi şapkalar yaaa:))

Wednesday, May 30, 2007

yaz geldi sanki,hava deli gibi sıcak...biz de balkonumuzda oturmuş emekiler gibi gelen geçeni izliyoruz;karşıdaki aylin hanımlar da perdeleri değiştirmiş konseptinde takılıyoruz....balkonumuzdan çeken wireless sayesinde de internet alemine buradan da ulaşabiliyoruz,biri bizi durdursun.. bu sıcakta bir de finaller var ki bu konuda hiç mi hiç konuşmak istemiyorum;gerçi benim final donemim biraz daha rahat geçmekte,benim gibi olmayıp da 7/ 24 ders çalışanlar mevcut...ben de kitaplarımı almışım,birazdan ayaklarımı uzatıp belki de gelmeyecek serinliği beklerken kitap okuyacağım muzikle beraber....
ama hiç olmazsa biz yakmaktan bi çekinmeyen bir guneşe sahibiz,ki bu da iyi birşey;tamam yağmurlu bir gunde kitap okuyup çay içmek de guzel,dışarıda yağmur deli gibi yağarken mutlu da oluyor insan ama guneşle beraber uyanmak da çok tatlı birşey bence..
bi de farkettim ki hava guzel oldu olalı ben çok az şey yazıyorum;sanatçı falan da değilim aslında ama herhalde kanımda bi yerlerde aynı romanlığın da dolaştığı gibi gizli bi sanatçılık var....
entellekuel bir kimliğe sahip olduğumu kabul etmesem de ki çunku bi insanın asıl okuma duzeyinin, ya da film izleme duzeyinin bizim kadar olması gerektiği duşuncesini sahiplenmiş durumdayım, "entel" kelimesi kullanımının kufur ya da kotu bir yone yorulamayacaığı düşüncesindeyim ki şu canına yandığımın hayatında bu şekilde kullanan insanlarla aynı universitede okumaktayım,acıdır ki...bolumumu sevmediğim kanısındayım;insanların biraz olsun da cv sini duşunmediği,gerçekten yapmak istediği için birşeyle yaptığı bi bolume sahip olmayı çok arzuluyorum;tabii ki o insanların da bazıları gerçekten istedikleri için yapıyor olabilirler ama çoğunluğunun kendini zorunlu kabul ettikleri için belirli şeyleri yaptığı kanısındayım...bilmiyorum çok mu onyargılı bakıyorum ama bu denli bi çaba bana gore değil hiç.....yoksa ben mi yanlış duşunuyorum ama bu bana uygun değil onu biliyorum...
umarım mithat abi beni derslerine kabul eder; çunku benim de içimde ya yapamazsam korkusu var, ve eğer bu korku haklı bir korkuysa, işte o zaman ne yaparım onu ben de bilmiyorum hiç....işte o zaman asıl korku başlayacak;asıl şimdi ne yapacağım korkusu,tedirginliği....işte o zaman bağlı olduklarımın aslında bi yanılsama olduğunu anlayacağım ki yukarıdakinden çok duşuncelerime bağlı olan ben, herşeyi baştan yıkıp tekrar kurmak zorunda kalıcam...ama korku yersiz, denemezsem bilemem;bu kadar gozupeklik de ne derece doğrudur, onu da bilmiyorum ama deneyeceğim ben de yeldeğirmenleriyle savaşmayı, kendi yeldeğirmenlerimin altında ezilicem belki de ama naapalım artık, sadece durmak bana gore değil sanırsam....

Saturday, May 19, 2007


bugun aslında ders çalışmam gerekmekte lakin ben bugunu compay segundo guunu ilan ettim...insanın içini ısıtan amcaya da bi sozum var:tatlım compay, eğer bi gun bi yerde buluşursak soz sana puro,çiçek,rom ve kadın getiricem;daha içemedim ama soz sen yakarsın puroyu,ben de otlanırım arada...sen solerken şarkılarını,ben ana rahmine donerim,ya da dunyadan soyutlanma koltuğuna oturur seni dinlerim...keşke dans da edebilseydim,ama bak sen de bana soz ver;morir de amor da ağlıcaz;hem belki aznavour amcayı da buluruz,beraber solerisiniz,hoş olmaz mı??

Friday, May 18, 2007



sıcakla soğuğun beraber takıldığı şu gunlerde,finallerin sıkıntısını çekmeye,en azından stresini yavaş yavaş hissetmeye başlamaktayım....hepsi birbirinden eğlenceli(!) derslerimiz ve ben takılıyorum işte ne olacağını bilmeden...ha bir de finaller başlayacak ya,başkaldıran bunye direk deli gibi kitap ve film aldı izlesin,okusun diye...sanırsam bi gunah çıkarma durumu kendisi,derslerden dolayı otlaşacak bunyeyi yaşama bağlamak amacıyla oluşturulan bir savunma mekanizması...ne komik bir şey yahu bu da,mesleği öğrencilik olan birinin tutup da boyle takılması...öhöm öhöm,işte ben boyle de entellektuel ya da ne bileyim anarşist ruhlu bir insanım demiyorum,neden diyeyim ayrıca da ama insan istiyor yahu,derslerin arasında iki sattlik başka bi dunyaya gitmek ya da bir kaç sayfayla tekrar varolduğunu hissetmek..yoksa yemişim entelleri de ,düzene başkaldıranları da, bu şekilde soylemek ne kadar anlamlıdır o da tartışlır gerçi ama bugun boyle..almışım zaten çayımı,sigaramı yanıma,tatlım pınar da içinden gelmiş bana çılgın bi 70 ler cd si yapmış getirmiş,sıcaktan ve yağmurdan kendini yine yurda atan ben mutluyum galiba...tabii ki yine bok gibi olan pek çok şey var ama bugun hiç bi şeyi sallamıyorum sanki,sınavlar olacakmış,buyursun gelsin;iki tane felsefe paperi yazılacakmış,yazarız;haftaya presentation olacakmış,onu da yaparız gibisinden bi kalenderliğe vurdum kendimi sanki..


p.s.:pınarcım umutla tanışmaya can atıyoruz,daha çekemedik ama videolarımızı da şeederiz,yavrıııım,ama onlar da binlerce kişiye ekmek kapısı sağlıyo diye marx la engelsin arasına giricem ben fıtı fıtı teyze olarak:D


p.s.2: ya aslında çılgın bi umut karikaturu bulucaktım ama bu da idare eder..
yalnız bu ikincisi super,durup durup guluyorum:))))

Wednesday, May 16, 2007

i drink again,i smoke again desem de jay jay'ime ithafen,haftalık şarkım dance with me to the end of love....ellerim su toplayıncaya kadar alkışlamak istiyorum;aferin, bir şey ki oyle alelade her zaman olmayan benim için, anca bu kadar guzel kirletilebilrdi,anca bu kadar sonuna kadar parçalanabilir ve ben de elimde kırıklarla ortada bırakılabilrdim;aferin...

p.s.: dance me to the end of love da aslında çok ortama ve duruma uymasa da,sadece sevilesi bir şarkı olduğu için onu seçtim bugun,dinleyin dinletin de dikkat edin sigara kulleri karanlıkta uzerinize düşmesin dinlerken...

Sunday, May 13, 2007


dun geceki eğlenceli taş oda konserlerinden sonra ki bugun de buyuk bir hızla devam edecekler kendileri, sabah ( ya da oğlen mi demeliydim) uyanmaya çalışırken yanlış bir film seçtim sanırsam...aslında yanlış zamanlama daha doğru olacak galiba çunku akşamdan kalma midem boyle sahneleri pek kaldırmadı sanki...filmimiz three extremes-üç sıradışı- adlı gerçekten birbirinden farklı ve uç noktalara konuçlanmış üç hikayeden oluşmakta...ilk ikisini tren yolculuğunda *ki o da yanlış bir yer konumlamasıydı izleyen bunye sahibi innsan,bu içlemenin son filmini de izlemiş olmaktan son derece memnun....


"yanlışlıkla" ikizini olduren bir hatunla başlayana maceramız,daha ilk filmin etkisini uzerinden atamamışken ikinci filmin bombasıyla baya bi sarsılmıştı yolculuk esmnasında;malum otobuslerde bile yer verilen anne adaylarımızdan biri gençleşmek için kendi bebeğini yerken,içinde kıyma muhteviyatı olarak cenin içeren bir mantıdan zehirlenip garip kokular saçarken,aklıma birden nip/tuck geldi nedense;insanların gençleşmek uğruna çektiği çileler...sonra bir de the fountain vardı ki ölumsuzluk ağacından parçalar koparıp yiyen Hugh Jackman vardı ki içinden bitkiler çıkan,ona bi yolculuk yaptım sonra;insan neden bu kadar gençleşmek ister ki,canını deli gibi acıtan yontemlere başvurur?


filmin son parçası da bitirdi zaten bizi;iyi bir insanın iyi olduğunu nasıl kanıtlayabilirsiniz?birini oldurmek mi,yoksa sevdiği bir insan hakkındaki kotu düşüncelerimi ya da ondan sakladığı şeyler ortaya çıkınca mı iyi bir insan kotu birine donuşuverir? bir insanı kurtarmak için birini oldurmen gerekse ne yaparsın;ama sevdiğin insan ona itiraf ettiklerinin acısıyla yaşayabilir mi acaba??


Friday, May 11, 2007


baştan soliim bu sitenin turkçe olması hiç iyi olmadı...


neyse... yine sozu filme getiren bir insan olarak,dun izlediğim iklimlerden biraz laf çalmak istiyorum...oncelikle;insan neden bu kadar gururuna duşkun bir varlıktır ki ya da başkasını elinde tutmaya bu kadar isteklidir,hala çozebilmiş değilim...şu an pek de bişiler yazasım yok aslında ama duşundukçe midem bulanıo..bazen insan olmaktan utanıyorum,başımı kaldırmaya cesaretim olmuyor,bazen de başkalarının başını kaldırmalarına dayanamıyorum...


insanları anlamaya çalışmaktan bıktım ben sanırsam bir haylice,o yuzden ben artık yokum;soleyeyim baştan,aradığınız kişiye şu an ulaşılamaması durumunda lutfen imdat çekici için camı kırınız...

Sunday, May 6, 2007

eskişehir'e ithafen..

her tatilde uğradığım mekanım olan eskişehirde yine bir hafta daha geçirmiş bulunmaktayım...burası cidden guzel bir şehir;bilmiyorum belki de ben alıştım kendisine artık;her alışkanlığın sonucu gibi onun da kotu taraflarını goremiyorum belki de...alışkanlık kesinlikle fena birşey;insan ne kadar çabalarsa çabalasın değişmek için,hiç bir zaman istediği gibi değişmeyi beceremiyor ne yazık ki...belki de onlar bizi meydana getiren şeyler;bir anlamda aslında sahip olduklarımız sonunda bize sahip oluyor.neyse ben eskişehir konusuna geri doneyim....an itibariyle kendisini post yapmayı düşündüğüm bu beyin üretilerini( boyle de bir kelime var mı acaba)yeni bir vagondan yazıyorum,internet bağlantısı da var aslında kasarsan ama cidden kasmak gerek sanırsam,o da olacak bi gun umarım...lakin vagona priz koyan zihniyeti ayakta alkışlıyor ve şu an dizlerimde duran laptopumu kullanarak birşeyler yazmaya çabalıyorum..tek fena şey sürekli gidip gelen akım;ne zaman alışsam hah tamam şimdi daha parlak bir ekrana bakmaya alışıyorum desem,pıt,hemen bir uyarı mesajı alıkoyuyor beni bu rahatlıktan;ama yine de guzel birşey;ozellikle de jazziza ve jeanie bryson dinlerken şu oturduğum yerde oturup birşeyler yazmak oldukça hoş birşeymiş....ne kadar küfretsem de hayata arada yine de guzel birşey yaşamak yahu;hava da guzel zaten ki yaklaşık 4 saat sonra da vapura binmiş uzun zamandır (yaklıaşık 1 hafta) rahat rahat tüttüremediğim sigaramı tüttüreceğim müzik eşliğinde...bugun gazetede okudum,sigara içen insanlar sigarayı bıraktıklarında aslında bir daha nikotin alamamaktan değil,bir daha hiç sigara içeme hissini tadamayacaklarından bırakmak istemezlermiş; benimki de aynı hesap sanırsam çunku elim ayağım titremedi hiç ama yemeklerden sonra veya çayın yanında ah be ,olsa da içsem dediğim zamanlar çok oldu... sigarayla aramda var olan sinerjiyi kimse elimden alamaz;hayattan çalınmış,her dal için bilmemkaç haftanı feda ettiğin ama bence yanına da biraz olsun kar kalan zaman dilimleri.....dumanla beraber havaya karışmak belki de....pink martini nin şu şarkısını artık oğrenmeliyim;tamma sadece başındaki je kısmını soyleyebiliyorum ama inat ettim,pınar ve sonay yarım edin bana da oğreneyim şunu yaa!!!! neyse sigara diyordum;şimdi mesela olsa yanımda bi tane fena olmazdı;sanırsam bi nevi konsepti tamamlayıcı rol ustlenirdi zaten kendisi....düşünsene;mesela haftanın üç gunu dersten çıkıp arkadaşlarla yediğimiz yemek sonrasında alınan çayın yanında içilen o sigaralar,muhabbetle beraber uğrunda olunesi olmuyorlar mı? millerin yanında içilen djarum a hiç girmek istemiyorum zaten...bu arada solemeden de geçemeyeceğim;hani şu komunist trenleri de artık oyle bizim bildiğimiz komunist trenlerinden değil;en azından başkent...hani mfo nun trende geçen bir klibi vardı çok eskiden;bilenler de bilir zaten; keşke oyle bir trende yolculuk yapabilsem,yanımda da birkaç kişi....peki ben neden hep trenle yolculuk yapıyorum? bunun birkaç açıklaması var aslında;bence treni bu kadar sevmemin nedeni beraberinde getirdiği o ozgurluk hissi...sanki atlas dergisinin içindeyim de,birileri beni taşıyo işte oradan buraya; yanımdan goller,nehirler geçiyor...keşke fotoğraf makinemde siyah beyaz film olsaydı;çekerdim şimdi trenin camından.....obur nedeni de bence istanbulda bile eskişehirde olduğumu hissettirmesi...tamam;belki maltepeden geçiyor olabilirim ama tren raylarıyla buyumuş olan bunye bir şekilde eskişehirden de birşeyler buluyor çevresinde... eskişehirde farkettiğim bir şey de şu: ciddi anlamda saygı duyduğum anadolu universitesinin opulesi oğrencilerine benziyorum ben de,saçma belki ama doğru;ne bileyim,en azından insanların ilk bakışta gordüğü ben; onların arasından çıkmış gibiyim;hep küçüklük travması aslında bunlar;sabahları otobus beklerken ilkokula gitmek için gordüğüm gençler beni boyle yaptı aslında;hatırlıyor musun,bi gun onlara bakarken anneni kaybetmiştin de az kalsın kayboluyordun...bir de şu var tabi;karşı cinste aradıklarım(ız) da hep burdan birşeyler taşıyor sanki....erguvanlar arasında bir tane bile bakılacak adam bulamayan;bulduğuma da saçma bir şekilde kapılan ben,eskişehirde nereye bakacağımı bilemedim çunku hepsi çok benim gibilerdi;sefil benzerini arar tabi.... sanırsam ilk defa çok da depresif olmayan birşeyler yazdım,hep guneş sayesinde;kış aylarında dukkanı kapatıp brezilya ya yerleşmeye karar verdim...saygılar....
p.s: herşey bir yana zaten guzel olan tren yolculuğu, yeni vagonlarla beraber tadından yenilmez olmuş....