Wednesday, March 28, 2007

yine gece oldu....artık sabahla gecenin birleştiği zamanlarda yaşamaya başladım zaten..masa lambamız murtazayı seviyorum o yüzden çok,kendisi hiç birşey demeden bize gece boyunca eşlik etmekte....uyku garip birşey;sizce de öyle değil mi;çok gereksiz birşey aslında ama olmazsa da olmazlardan,çikolata gibi birşey zaten,kurtulmak çooook uzak bir kavram kendisine...


her gün o kadar çok şey yaşıyoruz ki,o kadar çok şey düşünüyoruz...aslında baya komplike varlıklarız,her gün herşeye baştan başlıyoruz,bazılarıyla müşterek hayatımıza devam ederken,bazılarıyla da yeni başlıyoruz bir kısmına da elveda derken;aslında sen hiç yoktun;benim hiç varolmadığım gibi......sonra da başka belki de çok farklı olan ama sadece öyle betimlediğimiz için öyle olduğunu düşündüğümüz insanlarla tanışıyoruz;ne garip aslında şöyle bir kafa yorunca üstünde,herşey çok ilginç,mutlu olduğumuz şeyler,yaptıklarımız...neye dayanarak seviyoruz birini,birşeyi;ya da neyimize güvenerek nefret ediyoruz başkasından....oysa hepimiz organik bileşikleriz sadece,bilinçli ya da bilinçsiz yaşamaya çalışıyoruz...bu aralar bilinçsiz olmak tercihim.......

Monday, March 26, 2007

çingene yüreğim.....

gün batarken bulutlar bir anda renklenir bir sızı yükselir içimde ve yalnızlık gelir... dost gibi dost yoktur yanımda aşk gibi aşk çok uzaklarda tek tesellim çingene yüreğim.... çingene yüreğim; yana yana oynayan alev gibi yanarken, çingene yüreğim yanar oynar... çingene yüreğim, bir o yana bir bu yana delice koşarken, çingene yüreğim çalar oynar... ay doğarken ısıklar her yana serpilir sokaklar bosalir aniden ve yalnizlik gelir dost gibi dost yoktur yanımda aşk gibi aşk çok uzaklarda tek tesellim cingene yüregim..........

nezih ünenin leziz parçasıdır kendisi;ağır romandan once/sonra birer doz alınmalıdır mumkunse,şarap eşliğinde....

p.s.: yanına bir de resimdeki gözyaşlarıyla ben ölmeden önce çakmak lazım.....

Sunday, March 25, 2007


"drink up, baby, stay up all night the things you could do, you won't but you might the potential you'll be that you'll never see the promises you'll only make drink up with me now and forget all about the pressure of days do what i say and i'll make you okay and drive them away the images stuck in your head people you've been before that you don't want around anymore that push and shove and won't bend to your will i'll keep them still drink up, baby, look at the stars, i'll kiss you again between the bars where i'm seeing you there with your hands in the air waiting to finally be caught drink up one more time and i'll make you mine keep you apart deep in my heart separate from the rest where i like you the best and keep the things you forgot the people you've been before that you don't want around anymore that push and shove and won't bend to your will i'll keep them still........"


madeleine peyroux ablamızın ölduren şarkısını uykunun yerine gelen gözyaşları arasında dinlerken,haala düşünüyoruz biz burda.....çok yoruldum ben.....


sayın n.b.c. ruhlu insan,nefret mi etsem,yoksa hala sevsem mi bilemedim ama inan karışık "modern bi kadın"ım....

offf,yeter ya artık üç kız oturmuşuz masa lambamız murtaza eşliğinde,elimizde votkalarımız ve djarumlarımız elimizden kayanlara ağlıyoruz..hepimizin nedeni farklı ama hepimiz çökmüş oturuyoruz.......my sweet prince i bu durumlarda şiddetle önermekteyim;direk kalbe saplanan bi şarkı ama belki ağlarken kurtulur ruhumuz;kurtuluruz belki biraz....

Thursday, March 22, 2007


bu aralar kendimi filme adamış biri olarak uzun süre once aklıma düşürülmüş bir film olan paris je t'aime i izledim bu akşam... pariste geçen 20 aşk hikayesi,ama hiçbiri bunaltmıyor insanı,yapışkan aşklardan değiller;daha ziyade insanın içini ısıtan,o gülümsemeyle baktıklarımızdan....izlerken biraz da sayın eşeksıpasının dediği gibi kaçırdığım elmaları düşündüm,ulaşmak istediklerimi ama benim olmayanları bir de ....


diyeceğim şudur ki ne yapın ne edin bu filmi izleyin aşka inanmasanız ya da fransız düşmanı olsanız da...çünkü bana birşeyi hatırlattı kendisi: bi yerlerde insanlar hala aşık..ve bu büyülü birşey;bu yuzden de karşı koyup bağıramıyorum sanırsam....


ben en iyisi mithat alamdan pasollini falan alayım da kendime geleyim.....

Tuesday, March 20, 2007

sanırım ben gerçekten yoruldum;yakıştıramadığım kaçışım da çok yakın sanki...

Sunday, March 18, 2007


şoyle bir nostalji yapayım dedim, tatlım sultanın sayfasını okudum.son bi kaç ay içinde neler yaşamışız,nelere ağlamışız nelere gülmüşüz,herşey o kadar canlı;ama bi o kadar da uzak...hayat cidden içi zift dolu bi kuyu ve biz de o kuyuda çırpınıp üste çıkmaya çalışan küçük yaatıklara benziyoruz;ne kadar üste çıkmaya çabalarsak üstümüz o kadar zifte bulanıyo,ruhumuz yavaş yavaş o eski masumiyetini kaybederken,biz de o kaybettiğimiz saflığı başka şeylerde,başka insanlarda arıyoruz...tatlım sultan kabul et artık ikimiz de çok yorgunuz; o yüzden sen aşk yok diye ortalarda dolanırken,ben de hiç bi zaman adını koyamadığım,başlamak ve zırhlarımı indirmek için hep bi adım geride kaldığım diğer garip(çoğunlukla rahatsız) insanlara ağlıyorum,onları düşünüyorum....öyle ki bi yerden sonra ne senin salak kızlığın kalıyo,ne de benim haftalarda kılçıksız gezip kendimi sigara paketlerinin dibine vurmam....biz niye böyleyiz tatlım, hep en sevdiklerimiz bize en büyük acılarımızı veriyor...seninle az mı oturduk geceler boyunca elimizde djarumlarımız,kafamızı az mı patlattık nasıl olcak,bi daha sen nasıl goreceksin,ben ne diyeceğim;az mı plan yaptık senle,az mı taste in men ile özgürlüğümüzü bulurken(belki de hiç bulamadık,hep içimizdeki bişeylere bağlı kaldık) aklımızın iplerini saldık,sonunda ne olursa olsun diye...peki ya sen odamızın güzide ablası,seninle de ,az mı dertleştik,az mı ağladık,az mı üzüldük bu lisenin tüm mezunları rahatsız diye,az mı dertleştik gecenin karanlığında.....peki bu kadar beyin bulantısı neden? hayatımızda kim var ki o kadar paha biçeceğimiz,kim var ki kendimizi buncasına paralayabileceğimiz,kim olacak?? ne kadar aşk yok desek de,ne kadar sex and the city hatunu olucaz biz diye nidalar atsak da kabul edelim artık, hepimiz korkan küçücük kızlarız..ve herkesin tahmin edebileceğinden çok daha fazla yara alıyoruz şu hayatta...


tatlım sultan,sen de yüzeysel bi insan değilsin,sadece kendimizi açıklama biçimlerimiz farklı.... ne bilgisayar projesi ne de şu külçe romanlar;kimse bizi bizim kadar anlatamaz,bırak da durulalım biraz; şu yaşadığımız bok çukurunda herke bi şekilde "o" sunu ararken bizim birbirimize ihtiyacımız var;ne müzik klubu insanları,ne de trt2 gibi adamlar......


carpediem bize gereken,çünkü bazı şeyler üstüne düşünmek için değil,sadece yaşamak içinler......boşver herşeyi,gel biz djarumlarımızı içerken gecenin unutulan bi zamanında, birbirimizi konuşalım artık, başkalarını değil;çünkü hatırlatılan ya da hatırlanan her şey,biraz daha boka batırıyo bizi.....


öptüm sizi saygıdeğer oda sakinleri....

Saturday, March 17, 2007

PHIL.375 dersi alan bir insan olarak Sarte okumak gerekliliğindeyim...Varoluşçuluk ve "being and nothingness" karmaşası arasında bulanmış olan beynime bi nebze olsun rahatlık sağlayan saygıdeğer yurt ablamıza binlerce teşekkürler.... işin komik olan tarafı da şu: biri poltika biri de ekonomi öğrencisi iki tane kafayı sıyırmış insanın bir adet bilgisayar mühendisi öğrencisi olan adananın bağrından kopup gelen sevilesi insana oturup varoluşçuluk anlatması,kadere inanmamayı ve insanın kendi seçimleriyle varolduğunu,hayatının aslında seçimlerinin bir sonucu olduğunu açıklamaya çalışması....muhabbete katılmak isteyenler gelsin, herkese saygılar =)
bu cidden yeni bir gün olacak benim için, hafiflemiş olarak devam edicem hayatıma, gerçi bir de şöyle bişi var:in evolutionary terms mr. troy, all males are bastard.....;) kafamı sakın bozmayın,zaten rahatsız bir insanım,olacaklardan sorumlu olmam; şimdi de olmayacağım gibi...sezoşumla düşüncemize devam!!!!
artık benim de kısmen mor olan saçlarım var:) şimdi bunu bir derece freud amcaya ithaf ederek açıklayabilirim lakin ne buna enerjim, ne de herşeyi tekrar hatırlayacak kadar cesaretim var...ama biliyorum ki aynaya her baktığımda,pek çok şeyi tekrar hatırlayacağım..kim ne derse desin, çağrışımı ne olursa olsun mor güzel bir renk,saçlarım da çok güzel oldu=)

Thursday, March 15, 2007

hayatta herkes başka şeyler peşinde; mesela oda arkadaşım olan adananın bağrından kopup gelen değerli şahsiyet, yapamadığı c++ projesinin ; sokaktaki amca işinden çıkmış evine gitmek ve ay sonunu denkleştirmek derdinde mesela; ben de gitmek istediğim halde gidemediğim yerlerin,yapmak istediğim ama yapamadığım şeylerin arkasından bakıp ama arkalarından koşmak yerine -niyeyse- tepedeki ışığı kapatıp masa lambası eşliğinde geceyle sabahın buluştuğu saatlerde oturup hayat özetlerini öldürmek derdindeyim.. rahatsız bi insan olduğumu farkettim, kafasına herşeyi takan ve daha sonra onların neden olduğu kocaman soru işaretlerinin ve birbirine dolanmış düşüncelerin ortasında oturmaktayım; artık ne djarum ne de miller kurtarır beni çünkü bi kere bulaşmışım bu nefes aldığım, nefret ettiğim kadar da sevdiğim, herşeyi bırakıp gitmekle bunun daha sonra cesasretsizlik olduğunu düşünüp kendime yakıştıramadığım terkedişimi öldürüp canla başla çalıştığım ama neden çalıştığımı bilmediğim bi yerde duruyorum.bu otobüs beklemek gibi bişi güzel bi havada;eğer bir de gittiğin yerde birşey yoksa yapacak; beklemekten ve orada durmaktan sıkılırsın ama bi yandan da havayı mümkün olduğunca içine çekmek istersin, biraz daha geç kalsın otobüs...ama durağanlığa tahammülüm yok;sadece oturup beklemek bana göre değil...

insanların bakış açıları çok farklı bi kere;cumartesi günü bunu iyice anladım... aslında herşey baktığın yere göre değişiyor,nerdeysen ve ne görmek istiyorsan onu görüyorsun, içinde bi yerlerde ne yaşamak istiyosan onu yaşıyosun(freud amcaya saygılar..) o yüzden kadere inamıyorum ben çünkü insan kendi hayatını şekillendirir, ne yaşamak isterse onu yaşar bi anlamda...hepimiz düşünmedik mi,hayalini kurmadık mı bazen( hastalıklı hayaller) kötünün,çirkinin? herşey beyinde bitiyor bence, herşey insanın kafasında bir kurmaca;sigara gibi içine çektiğin nefesle biten hayatının tüm dizginleri senin elinde...ama işte bazen öyle bi an geliyo ki bazıları,bu belki de en yakınlarımız ya da içimizdeki "öteki" bu dizginleri senle paylaşmaya çalışıyor,senin yerine yaşamaya.... ne yazıktır ki ben bunu hiç sevmem; lakin bende de o kadar fazla öteki var ki, hangisinin gerçek ben olduğunu karıştırıyorum çok çok....keşke bi gün kalktığımda sana şaka yaptık deseler;aslında bi tanesin ama sana sanki çokmuşsun gibi gösterdik...

geçtiğimiz 95 dakika içerisinde sonunda nasıl hissediceğimi bile bile Les Quatre Cents Coups izledim ki bu harika Truffaut filmini türkçeye 400 darbe diye çevirmişler... Benim ne haddime ama gerçekten hoş bir filmdi; nasıl anlatsam bilmiyorum ama sadece çok gerçekti,çok yalındı;Antoine sokakta görüp de belki kaçtığımız,belki de derin bi huzursuzluk içinde izlediğimiz;üzüldüğümüz ama onun için hiçbirşey yapmadığımız çocuklardan biri gibiydi..ya da aslında hepimizin içinde olan özgürlük ve güvensizlik duygularını zamana göre biraz fazla yaşayarak kaçanlardan biriydi belki de,veya kendinden,aslında kendini bulmaya çalışırken... dediğim gibi,benim birşeyler söylemeye çalışmam bile çok saçma aslında,bir fikir yürütmek istemem lakin film,sonuyla insanın ağzında acı bir tat bırakıyor tatlı bir gülümsemeyle beraber....sadece birşeyler söylemek istedim, doğru yanlış bilmiorum;sadece parmaklarımdan dökülenler bunlar...


şimdi nasılım bilmiyorum,ne kadar atmaya ya da gömmeye çalışsam da arada trt2 izlemeyi, magnumdan sonra çekirdek çıtlamayı ve beceremediğim turk kahvelerini içmeyi özlüyorum;en çok da beraber gülmeyi...böyle işte; ben de eternal sunshine yaptırsam keşke,ya da her şeyi geri sardırıp hiç başlamasam belki daha kolay olurdu herşey; ama o zaman da böyle güzel bir filmden haberim olmazdı,miller içip menthollü tüttüremezdim..sezoşuma ithafen;kendi başımıza geldik ve yine öyle gideceğiz,yanımıza kar kalanlar mutlu anlarımız,sonradan düşününce bizi gülümsetebilecek saniyeler,buruk da olsa...

Tuesday, March 13, 2007




bugün hayatımın en ilginç fal maceralarından birini yaşadım; beni hiç tanımayan bir arkadaşım 45 dakika boyunca beni bana anlattı,harfi harfine... aslında fal oldukça anlamsız birşey, ama insan başka bir seçeneği kalmadığında ya da sadece eğlenmek ve bir kaç dakikasını hoş geçirebilmek için,belki de sadece muhabbet edebilmek için bir fincan türk kahvesi içip/tercihen şekerli ,bacak bacak üstüne atarak yaa,bak cidden öyle;wallahi bildin gibisinden nidalar savuşturabiliyor havaya... aslında türk kahvesinin en guzel olanı da iki kişi içileni,sigara eşliğinde; hatta biraz daha abartayım, dışarısı soğukken arkadaşınla/sevgilinle beraber sıcacık bi kafenin cam kenarında oturup mekanda bulunan loş ışık sayesinde karşındakine bakarken, aslında sadece yüzüne değil, içinin derinliklerine de bakabilmek...
bugun benim için farklı olan şey, benim olağan soru işaretlerimi ve bakış açımı da bilmesi; yüzüne ayna tutulması gibi birşey bu... ama anlamadığım şey de şu;dileğim neden hala aynı???

Monday, March 12, 2007

bu kadar;bu gece son gecem herşeye üzülmek için,ya da düşünmek... bi yerden sonra sallamamak lazım galiba, tek başımıza geldik,arada rüzgarlar olsa da hep yönleri değişir,biter..bazılarınla yelkenini iyi doldurursun,yüzüne esişi içini huzurla doldurur;bazılarından da kurtulmak için saniye sayarsın;ama daha yüzüne esecek çok rüzgar var,kurtulmak isteyeceğin binlercesi dolu... zaten bitmiş bir rüzgarı da kovalamaya gerek yok, ne kadar kovalarsan, ne kadar beklersen olmayan bir rüzgarı; o kadar çok şey kaçırırsın, ruhun o kadar çabuk tükenir... hoş bi rüzgardı ama o kadar artık...bu gece düşüneceğin, hatırlayacağın son hatıralar/ ki zaten biliosun onlara tutunmak gereksiz... yarın yeni bi gün.........ve avlanma zamanı ;)

Sunday, March 11, 2007


hiç bir bahaneye sığınmak istemiyorum bu hüzünlü tepkiyi verebilmek için;bana biraz olsun açıklaman lazım.. sana nasıl elveda denebilir, benim taş kalbim ateşlerde yanacak birazdan ama senin kalbin ateşe dayanıklı ve ben çok karışığım; bu karışıklığımı sana elveda diyerek çözmek istemiyorum. biliyorum ki bir eski sevgilinin ya hiç şansı yoktur ya da çok çok azdır ama benim, benim bir açıklamaya ihtiyacım var... hiç bir şekilde karşına geçip gözyaşlarına boğulmak istemiyorum ama belki de kağıt mendillerin ardında sana nasıl elveda diyebileceğimi bilebilirdim... beyaz gecelerimizi gri mavi sabahlarımızı sen geçmişe göndün benimse bir açıklamaya ihtiyacım var.


jane birkin ablaya selam....

Saturday, March 10, 2007

R.I.P.


kitabını düşlerin tek gerçeklik olduğuna inananlara adayan muhteşem insan,eksikliğinde burtonun hayatını muhetemelen muhasebe müdürü olarak devam edeceği,the crow gibi hoş bir filmin çekilemeyeceği,ruyasında poe görmek isteyen küçük kızların var olmadığı bi dünyada yaşardık;iyi ki kafayı çekip de o çok korktuğun diri diri gömulmeyle ilgili pek çok hikaye yazmışsın;söz en kısa zamanda odamda örümcek beslemeye başlayıp perdeleri kadife olanlarıyla değiştireceğim...


eğer sevdiğim filmler sorulsa sayfalar dolusu isim sayabilirim ama bu aralar en çok blue ya takmış durumdayım;bildiğiniz üzere kendisi saygıdeğer lodz sinema okulundan mezun/keşke ben de orada hademe olabilsem,ona bile razıyım/ krzysztof kieslowski amcamızın deli üçlemesinin ilk filmidir...başroldeki takdire şayan binoche ablamızın canlandırdığı bir trafik kazasında eşini ve çocuğunu kaybetmiş ve hiçbir şey olmamış gibi hayatına başka bir insan olarak devam eden hatunun ruhsal durumunu ayrıca kendime yakın bulmaktayım bu aralar;tek fark bende mavi avize ve yarım kalmış bestelerden pek çok olması...''ignorance is bliss'' demişti bir zamanlar bazı saygıdeğer insanlar ama hayat bir filmden/kieslowski filminden bile/ daha komplike;insanın karşısına ne sorunlu bi komşu,ne de rahatsız bir besteci çıkıyor,etraf ''mavi avizelerle'' dolu

sour times


günlerden hoyrat bi cumartesi,dışarısı en az içerisi kadar soğuk...canım nası sıkılıyo anlatamam,ne dün oynadığım,gerçi oynamayı pek beceremesem de tadı damağımda kalan frp,ne de aylar sonra kitabına ulaşabildiğim poe amca kurtarabilir beni(poe'dan medet ummak,diri diri gömüleyim daha iyi)...filmlerde zamanın geçtiğini anlatmak için takvim yaprakları hızla düşer ya yere;benimki de o hesap işte,tek fark takvim yapraklarına ruh kalıntıları da karışmış...sadi guranı seviyorum,siz de ısrarla isteyiniz,bir kaç çizgi insanı ancak bu kadar anlatabilir;belki mutluluğun resmi hala çizilemedi ama ''sour times''inki hazır....
bi de acaba djarum menthol bulan var mı yakınlarda;arıyorum ama hiçbir yerde yok;gerçi onu da içebileceğim muğlak,çünkü kendisi artık sadece boğazımı değil,aynı zamanda da ruhumu yakacak...
p.s. sadi guran da kimmiş diyenler için:http://www.myspace.com/sadiguran