
Monday, October 15, 2007

Tuesday, August 14, 2007
Thursday, August 9, 2007
kendime mektup tadında bişi oldu sanki bu da ama içimden gelen bole bişise yapabileceğim hiç bişi olmasa gerek....
que tengo miedo perderte despues.....
istanbulda yaşadıklarımız duşunulecek olursa, bi kere doğum gunumu geçirmiş bulunmaktayım canına yandığımın şehrinde... boklunun ustune iliştirilmiş bi mum eşliğinde,sadece bi kaç aydır tanıdığım ve aslında beni sevmek için hiç bi nedenleri olmayan insanlar arasında çok guzel bi akşam geçirdim.... gerçekten beklemediğim birşeydi çunku hiç birinin hiç bi sorumluluğu yoktu beni eğlendirmek için.... hepsine çok teşekkürler; belki de asıl guzel olan da buydu, bilmem....
Monday, July 23, 2007
glory box...
uyandığım 5 gunun sabahının 3 unde kafamda yer alan şarkı.....i'm so tired of playing with this arrow and bow....


neyse işte bu aralar da italo calvino 'ya takmış bi insan oldum, deli gibi kendisini okumaktayım; ilk okuduğum kitabının arkasında ki kendisi bir kış gecesi eğer bir yolcu adlı opulesi tapılası romanı olmakta kendisinin, yeni umberto eco yazmışlar kendisi hakkında...bu arada anti-parantez gulun adını okuma girişiminde bulunmuş lakin beceremeyip sean connery nin oynadığı filmini izlemiş bir insanım, bu bağlamda kendimden utanmaktayım...Bir kış gecesi eğer bir yolcu çok farklı bi roman bi kere; alışık olduğumuz bilinen roman duzeninin aksine tekil karmaşasına sokuyor kendini okuyucunun.... burası neden yeşil oldu diye soracak olursanız şimdi uğraşamadım duzeltmeye, o yuzden boyle renkli renkli okuyun.... demek istediğim şoyle birşey, direk okuyucuya ithafen bi konuşma duzeni içinde duzenlenmiş bir roman kendisi, az tarafından spoiler olacak ama her yeni bolumde acaba bu seer hangi kitabı okuyoruz, bu adam da nerden çıktı diye içlenmeler olacak bi kere....sonradan anlaşılacak işin gerçeği; meğer okurun okuduğu kitabı okuyormuşuz biz de bir yandan, bir kış gecesi eğer bir yolcunun içinde....,
çok şey yapasım var her ne kadar hiç enerjim olmasa da , herşeyi okuyasım var ama sonradan unutacağımdan ya da anlamayacğımdan korkuyorum; yaz sarhoşluğu biraz belki, bi tutam da can sıkıntısı işte; "gorkemli hayatım...."
Friday, June 29, 2007
bugun yazasım yok,kılçığı çıkık bir insann bu kadar da yazdığına şukretmek lazım; e ne de olsa zihnimde canlandırdığım goruntulerin gerçeğini gorebiliyorum; kılçık çıkmasın da ne yapsın yazık yavrucum...
Friday, June 22, 2007
istanbuldaki ilk gunler.....

i still feel like a child

bu sıcak yaz gununde yine trene bindim istanbul için...eskişehirde filmlerle dolan kısa aile saadetinin ardından yine binilen trende ve yine açılan laptopta bunları yazmaktayım şimdi....
ben de sinemadan yeni çıkan adam oldum, ne de guzel oldu, soyledim zaten annemlere de mithat abiden ders almayı ne kadar çok istediğimi, filmlerin benim için ne kadar onemli olduğunu...sanırsam içlerinde biraz kuşku var benim sinemacı olup olmayacağıma dair (aman tanrım, ya mesleğini yapmaz da aç kalırsa!!!!!) ama bırak olsun; hiç olmazasa başka ihtimaller olduğunu da farkederler...
hazır adananın bağrından kopup gelmiş olan oda arkadaşım yakınlarda değilken onun nefret etmesini sağladığım let me kiss you dinleme hazırlığı içindeyim ki ne de guzel soylemiş morrissey amca, gerçi kabul ediyorum ben soylerken bu şarkıyı atlantic records tan gelip ağzımı burnumu kıracaklar ama olsun:)
yaz okulu zamanı dahilinde seyredilecek deli gibi film goturuyorum; hepsi farkı birer bakış açısı hayata dair; hepsi başkalarının hayatından çalınmış ( gerçekte var olmasalar dahi) bir kaç nefes gibi işte...umarım yaz okulu iyi geçer; gerçi sıcaktan norveç sınırına kamp kurmayı arzulayan bunyemiz cehennem sıcaklarına ne kadar dayanır, psikolojisini ne derece duzgun tutabilir, insanlardan kaçmayı ne denli başarabilir, gorduğunde kendine nasıl travmalar yaşatabilme olsaılığı vardır; bunlar tartışılır ama en azından rahatça içilecek bir sigaranın ya da arkadaşlarınla geçirilecek bi akşamın, beraber içilen bi kadeh şarap için bile sıcağa katlanılır herhalde...
Tuesday, June 12, 2007
istanbuldan gidiyorum yarın, sanırsam gidince de deli gibi film izlicem.... çok fena yaa, hepsi o kadar gerçek ki, yok aklımda deli gibi şey var, haala boğazımda bi yumru ama anlatılacak bişi yok sanki....kelimelere dokmek ne kadar zor olabilir ki birşeyi, ustelik onu sadece film karesi olarak gorduysen?
gunluk tavsiyem şudur ki sakın ha benim gibi bu filmleri ust uste seyredip ustune bi de zahir çakmayın, ağladım ağlıcam;çok fena oldum ben....ama herkesin eline sağlık, bu kadar guzel filmi bunye birden kaldıramıyo ne yazık ki; o ayrı....
Wednesday, June 6, 2007
şehirleri tanınmayan bir turnede oyuncuyum
aslında oludur butun izleyicilerim
çevresine duyarsız kalamayan bir deliyim....
bugun nostalji yapmaya karar verdim; nereden çıktı diye duşunecek olan olursa hani belki bi yerden, eşyalarımı topluyorum, malum yurt hayatı çok fena eşya toplamayı gerektirmekte sene başında... oyle neler var neler yok diye bakarken bi kaç tane şiir falan buldum; onlar yazayım dedim ki en guzeli behçet necatigil'in eseri..
sevgileri yarınlara bıraktınız
çekingen, tutuk, saygılı...
butun yakınlarınız sizi yanlış tanıdı...
bitmeyen işler yuzunden
(siz boyle olsun istemezdiniz)
bir bakış bile yeterken anşatmaya herşeyi
kalbinizi dolduran duygular.....kalbinizde kaldı...
siz genşi zamanlar umuyordunuz
çirkindi dar vakitlerde bir sevgiyi soylemek
yılların telaşlarda bu kadar çabuk geçeceği aklınıza gelmezdi
gizli bahçenizde açan çiçekler vardı
gecelerde ve yalnız
vermeye az buldunuz
yahut vakit olmadı....
pek çok da şey yazmışım aslında ama o kadar çok ve o kadar karanlıklar ki, onları buraya aşımaya gerek yok kanımca; ama bi de mona rosa var ki, yazıyı da onunla kapayatım bali...
Ah, senin yuzunden kana batacak Mona Rosa, siyah güller ak güller.......
p.s.: yazdıklarımdan bilmediğim bi yanlışlık, ya da ne bileyim şairlere ayıp olacak birşey yaptıysam şimdiden ozur dilerim, saygılar.....
Friday, June 1, 2007
derilerinizi yuzceğim!!!!!

Thursday, May 31, 2007
Jules et Jim
sabah sabah yine balkon emeklisi olmuş bir insan olarak dedim ki truffaut a saygı duruşu niteliğinde jules et jim izleyeyim....sonra internette dolanırken bu video gozume çarptı bi de....çılgınca jules et jim e gondermelerde bulunan klibimizi de ( ki gondermeleri anlayınca bi sorun kalmıyo di mi ;)) ) paylaşayım dedim, zaten dinleyeme başlayınca aa evet ben bu şarkıyı biliyorum, çok tatlı bir şarkıdır kendisi diye takılan bunyemiz, truffaut gondermelerini de gorunce dayanamadı, bloguna koymaya karar verdi... bence çok tatlı olmuş, louvre (boyle yazıldığını ümit ediyorum, yanlışsa hani şu kocamaaan muzeden bahsediyorum) 'da koşamadık belki ama belki istanbul modern'in bahçesinde koşarız boyle, ya da yine taksim metrosu bizi bekler :) bi de direk aklıma the dreamers geldi ki oy oy oyyy, bertolucci yi buradan saygıyla selamlarım (ona da saygı duruşu niteliğinde little budha mı izlesem acaba, bilemedim;finallere de benim yerime aylin hanım girer artık:P
diyeceğim odur ki bugun guzel olarak başladı, umarım geriye kalan dakikalarımız da guzel olur....
p.s.: hani bir de şoyle birşey var ortada: aslında bi hatuna aşık iki kafadarın hikayesi anlatılırken , hiç mi hiç insanın gozune sokulmadan anlatılan bu ilişkiyi normalde bizim yerli dizilerimizdeki anlatılma tarzının boğuculuğunu hiç hissetmiyorsun filmde, aa evet catherine bu yaa, herşeyi yapar diye bi sempati bile besliyorsun içinde...
kendime bi tane fotr şapka mı alsam acaba, çok guzeldi şapkalar yaaa:))
Wednesday, May 30, 2007
ama hiç olmazsa biz yakmaktan bi çekinmeyen bir guneşe sahibiz,ki bu da iyi birşey;tamam yağmurlu bir gunde kitap okuyup çay içmek de guzel,dışarıda yağmur deli gibi yağarken mutlu da oluyor insan ama guneşle beraber uyanmak da çok tatlı birşey bence..
bi de farkettim ki hava guzel oldu olalı ben çok az şey yazıyorum;sanatçı falan da değilim aslında ama herhalde kanımda bi yerlerde aynı romanlığın da dolaştığı gibi gizli bi sanatçılık var....
entellekuel bir kimliğe sahip olduğumu kabul etmesem de ki çunku bi insanın asıl okuma duzeyinin, ya da film izleme duzeyinin bizim kadar olması gerektiği duşuncesini sahiplenmiş durumdayım, "entel" kelimesi kullanımının kufur ya da kotu bir yone yorulamayacaığı düşüncesindeyim ki şu canına yandığımın hayatında bu şekilde kullanan insanlarla aynı universitede okumaktayım,acıdır ki...bolumumu sevmediğim kanısındayım;insanların biraz olsun da cv sini duşunmediği,gerçekten yapmak istediği için birşeyle yaptığı bi bolume sahip olmayı çok arzuluyorum;tabii ki o insanların da bazıları gerçekten istedikleri için yapıyor olabilirler ama çoğunluğunun kendini zorunlu kabul ettikleri için belirli şeyleri yaptığı kanısındayım...bilmiyorum çok mu onyargılı bakıyorum ama bu denli bi çaba bana gore değil hiç.....yoksa ben mi yanlış duşunuyorum ama bu bana uygun değil onu biliyorum...
umarım mithat abi beni derslerine kabul eder; çunku benim de içimde ya yapamazsam korkusu var, ve eğer bu korku haklı bir korkuysa, işte o zaman ne yaparım onu ben de bilmiyorum hiç....işte o zaman asıl korku başlayacak;asıl şimdi ne yapacağım korkusu,tedirginliği....işte o zaman bağlı olduklarımın aslında bi yanılsama olduğunu anlayacağım ki yukarıdakinden çok duşuncelerime bağlı olan ben, herşeyi baştan yıkıp tekrar kurmak zorunda kalıcam...ama korku yersiz, denemezsem bilemem;bu kadar gozupeklik de ne derece doğrudur, onu da bilmiyorum ama deneyeceğim ben de yeldeğirmenleriyle savaşmayı, kendi yeldeğirmenlerimin altında ezilicem belki de ama naapalım artık, sadece durmak bana gore değil sanırsam....
Saturday, May 19, 2007

Friday, May 18, 2007

Wednesday, May 16, 2007
p.s.: dance me to the end of love da aslında çok ortama ve duruma uymasa da,sadece sevilesi bir şarkı olduğu için onu seçtim bugun,dinleyin dinletin de dikkat edin sigara kulleri karanlıkta uzerinize düşmesin dinlerken...
Sunday, May 13, 2007

Friday, May 11, 2007

Sunday, May 6, 2007
eskişehir'e ithafen..
p.s: herşey bir yana zaten guzel olan tren yolculuğu, yeni vagonlarla beraber tadından yenilmez olmuş....
Thursday, April 26, 2007
dial my number any time,if you want somebody to lie....
haftanın şarkısını ticktock seçtim ben bu arada,portecho ya sevgiler..
donmeye devam etmeye niye ve nasıl bu kadar istekli olduğunu anlayamadığım bu bok çukurunda bi gunu daha tuketmiş bulunuyorum;sigara ve içen ilişkisi yaşıyorum sanırsam şu canına yandığım hayatında...o beni tuketiyo,ben de havaya karışıyorum kendi çapımda....substance d ye de gerek yok aslında beynini tuketmek için;asla analaşılamayan bir insanı anlamaya çalışmak yeter...insan insanın kurdudur derler ya;benim için başka birine gerek yok,kendim ziyadesiyle yetiyorum kendimi tuketmeye...
zaman ilerlerken bir de portishead e bi saygı gosterisinde bulunalım;give me a reason to love you....
sanırsam bu gecelik saçmalama bu kadar.....artık sabah olmuyor galiba;herşey sisin içinde takılmakta......saygılar.....kalan bir kaç parçamla tutunmaya çalışıyorum sanırsam hala ama bu konuyu da pek becerebildiğim soylenemez....
kendime not:kararmış bunyeye sour times hiç iyi gelmemekte;bir de evril biraz....
Wednesday, April 25, 2007
bir de karar verdim insanları artık anlamaya çalışmayacağım;kendimi de irdelersem herkesten ayrı;ruhumun kokuşmuşluğu ortaya çıkacak;korkuyorum...
umarım yarın hiç olmaz;bugün hanesine de birden sıfırın yazıldığı gibi;bugunun harcandığı gibi olması yerine hiç olmasın daha iyi....arılar da yok olmuş zaten;az kaldı sanki...ben iyisi mi zehirlemeye devam edeyim kendimi....
Wednesday, April 18, 2007

yine sabah oldu;bu sefer gerçekten sabah oldu hem de;saat 5'i biraz geçiyor...uzun zamandır birşey yazmak isteğinde bulunduğu halde kelimeleri kullanamayan ben, bugun birşeyler yazayım dedim artık...oncelik tabii ki de sayın jay jay'de..kendisi hafta sonu istanbul'da her zamanki tatlı konserlerinden birini verdi...aslında çok daha guzel olabilirdi ama hem ortamın kalabalıklığı(ah balans ah,yaktın bizi) hem de izleyicilerin lakayıtlığı yuzunden ortalamanın biraz ustunde kaldı ne yazık ki...sonra bir de hayatımın iki haftasını hakimiyeti altına almış film festivali vardı tabi...gerçekten olmak istediğim yer orası mı bilmiyorum ama benim psikolojim üstüne oldukça olumlu etkiler yapan bir aktivite oldu kendisi...sinema salonlar,biletler,yer göstericiler ve o sihirli dev perde,2 hafta da olsa bir nebze başka bir insan olmamı sağladı...onun dışında pek de birşey değişmedi;ama artık alışmaya başladım sanırsam,ya da fakir avuntusu işte...merak etme,birazdan herşey biticek,sakin ol...ne ardarda gösterilen fotoğraf kareleri kalacak geriye,ne de o istekle ama biraz da üzüntüyle dinlediğin şarkılar...sonrası tamamen sessiz,ve boş...ama sonra yine şekillenmeye başlayacak herşey;bu insan dediğimiz garip bir türün ortak özelliği galiba;en sevdiğimiz yıkıp baştan yapmak sanki...her seferinde de daha tukenmiş olarak başlamak...ama yine de bazı şeyler hiç değişmiyor....

Monday, April 9, 2007
en iyisi hafif akışa uyup her an da gidebileceiğini hissettirmek kendine..de bir de inandırabilsem kendimi....
Sunday, April 1, 2007
beyin serpintileri
"kapitalist burjuva dünyasında,erkeklerin iktidar olduğu iş ilişkileriyle,sömürüyle ve rekabetle dolu dünyasında herşeyi pazara götüren bu dunyada aşktan salt mantığa kadar bütün ilişkiler arz ve talebin,teminatların ve faizlerin dilinde anlatılabilir."
şimdi,oldukça mantıklı yerler değinmiş olmasına karşın ben bir keç yere takıldım;kapitalizmden önce insanların "aşk ilişkilerinin" böyle olmadığına nasıl karar verebiliriz ki;tamam,tüketim toplumu aşkı da tüketmekte artık,ya da aşk kisvesi altında üretilen bir common sense i pazarlayıp onun üstünden çok da rahat para kazanmakta(bknz. sevililer günü), lakin buna illa da amanınn vahşi kapitaliz herşeyin suçlusudur,hemen şeyedelim mantığıyla yaklaşmak ne derece doğrudur? buna karşın ernst fischer iyi bir bakış açısı yakalamış ve doğru kelimeler kullanmış o ayrı...
takıldığım öbür nokta da şu: ilk önce bir erkek egemenliği yerleşmiş olabilir iş yaşantımıza lakin dikkatinizi çekerim,kadınların getirdiği rekabet ve "sömürü",erkeklerin getirdiklerinden çok daha soğuk ve hırçındır;bilirsiniz ki şu kadın milleti(evet biz) kafasına koyduğunu gerçekleştirmek için hiç birşeyden kaçınmaz,gocunmaz;kısaca tehlikelidir..o yuzden hani şu çoook romantik gözüken hatunlar,aslında aşkın bir tüketim aracına dönüşmesinde başrol oynamış olabilirler...etrafa bakın,reklamlara,kadınlar sevgilisinin kendisini "şu kadarcık" sevmeleri için zorlamaktalar, her an ilgi görmek amacıyla da binbir olay yaratmaktalar(nedense bu daha tanıdık geldi..). şimdi soruyorum (konu nereden nereye geldi gerçi ama) erkekler mi daha kapitalisttir(yukarıdaki alıntıdan hareketle),yoksa kadınlar mı?
aşkın teminatı nedir peki? seni seviyorum demek ne kadar guvenilir bir teminattır, ya da verilen/alınan hediyeler aşkınıza faiz getirir mi,veyahut aşkınızın opportunity cost unu nasıl hesaplayabilirsiniz?? ha,aşk kesinlikle bir arz talep meselesidir o ayrı; gerçi bunu insanlar ahh işte abdullah hayatımın aşkı ya da işte şefika da aradığım herşey var diyerek daha "romantik" bir şekle sokmaktalar ama gerçekleşen tek şey,taleplerine arz sağlayan birini bulmaları;bu yüzden de sonsuz aşkın varlığı sadece filmlerde ve kitaplarda; çünkü insanın talepleri sürekli değişmekte,daha uygun bir seçenek bulmuşken neden eskisine katlanasın ki??
çuvaldız da bana olsun o zaman; mantığımla konuşunca yukarıdaki cümleleri döken ruhum,bir tarafatan hala şu aşk mıdır nedir o garip şeye takmış durumda;tam olarak aşk olmasa da arz talep eğrisi olarak görmeyi reddediyor bazı şeyleri;insan olduğumdan mıdır nedir artık...

Wednesday, March 28, 2007
her gün o kadar çok şey yaşıyoruz ki,o kadar çok şey düşünüyoruz...aslında baya komplike varlıklarız,her gün herşeye baştan başlıyoruz,bazılarıyla müşterek hayatımıza devam ederken,bazılarıyla da yeni başlıyoruz bir kısmına da elveda derken;aslında sen hiç yoktun;benim hiç varolmadığım gibi......sonra da başka belki de çok farklı olan ama sadece öyle betimlediğimiz için öyle olduğunu düşündüğümüz insanlarla tanışıyoruz;ne garip aslında şöyle bir kafa yorunca üstünde,herşey çok ilginç,mutlu olduğumuz şeyler,yaptıklarımız...neye dayanarak seviyoruz birini,birşeyi;ya da neyimize güvenerek nefret ediyoruz başkasından....oysa hepimiz organik bileşikleriz sadece,bilinçli ya da bilinçsiz yaşamaya çalışıyoruz...bu aralar bilinçsiz olmak tercihim.......
Monday, March 26, 2007
çingene yüreğim.....
nezih ünenin leziz parçasıdır kendisi;ağır romandan once/sonra birer doz alınmalıdır mumkunse,şarap eşliğinde....
p.s.: yanına bir de resimdeki gözyaşlarıyla ben ölmeden önce çakmak lazım.....
Sunday, March 25, 2007


Thursday, March 22, 2007

Tuesday, March 20, 2007
Sunday, March 18, 2007

Saturday, March 17, 2007
Thursday, March 15, 2007
insanların bakış açıları çok farklı bi kere;cumartesi günü bunu iyice anladım... aslında herşey baktığın yere göre değişiyor,nerdeysen ve ne görmek istiyorsan onu görüyorsun, içinde bi yerlerde ne yaşamak istiyosan onu yaşıyosun(freud amcaya saygılar..) o yüzden kadere inamıyorum ben çünkü insan kendi hayatını şekillendirir, ne yaşamak isterse onu yaşar bi anlamda...hepimiz düşünmedik mi,hayalini kurmadık mı bazen( hastalıklı hayaller) kötünün,çirkinin? herşey beyinde bitiyor bence, herşey insanın kafasında bir kurmaca;sigara gibi içine çektiğin nefesle biten hayatının tüm dizginleri senin elinde...ama işte bazen öyle bi an geliyo ki bazıları,bu belki de en yakınlarımız ya da içimizdeki "öteki" bu dizginleri senle paylaşmaya çalışıyor,senin yerine yaşamaya.... ne yazıktır ki ben bunu hiç sevmem; lakin bende de o kadar fazla öteki var ki, hangisinin gerçek ben olduğunu karıştırıyorum çok çok....keşke bi gün kalktığımda sana şaka yaptık deseler;aslında bi tanesin ama sana sanki çokmuşsun gibi gösterdik...

Tuesday, March 13, 2007

Monday, March 12, 2007
Sunday, March 11, 2007

Saturday, March 10, 2007
R.I.P.



sour times
